Geçtiğimiz hafta Emina Sandal'ın, bugün bildiğimiz şekliyle kendisinden çok Nuray Mert'e benzediği yıllarda çekilmiş bir fotoğrafı yayınlandı gazetelerde. Sonrasında Emina 'evet, mükemmel vücudumu gölgeleyen kemerli bir burnum vardı, ben de olaya el attım' demek yerine 'havuzda oynarken burnum kırılmıştı, operasyon zorunluydu' gibi bir açıklama yaptı. Dudaklarındaki silikonuysa herhangi bir havuz ya da barbekü partisiyle ilişkilendirmemesi ilginçti. (Hayır değildi..muhtemelen burunla ilgili bu ilk hikayenin yeterli olduğunu, kimsenin aklına dudaklarını sormanın gelmeyeceğini düşünmüştür.)
Sonra da hızını alamayıp (evet, bu post'ta klasik Türk magazin muhabiri klişe cümlelerine yer veriyorum) konuyu olabilecek en absürd ve arabesk noktaya bağladı: Türkler, bir Sırp'ın başrol oynamasına dayanamıyor dedi! Bu noktada da kendisiyle aynı genetik mirasa sahip olan ağabeyi Mirsad Türkcan'ın milli takımımızda oynamasını nasıl kabullendiğimiz sorusunu es geçmesi ilginçti.
Göze çok güzel, elit görünen bir kadının, basınla yaşadığı ilk gerilimde böyle sığ kaçış noktaları bulup korunmaya çalışması ne acayip işmiş...
Yıllarca hem şöhretlerini koruyup, hem de ulaşılmaz ve elit görünebilmeyi başaran insanların en önemli sırlarından biri de bu ince noktada yatıyor aslında. Gereksiz yere kuşanılan kalkanların, üzerilerindeki pulları dökeceğini; sonunda normal insan oldukları anlaşıldığında da kaybedenin kendileri olacağını bilip, 'el ne demiş' sorusuna duyarsız hale getiriyorlar düşüncelerini. Eh, düşününce şöhret denen olguyu var eden de bu yaklaşım değil mi?